Açıklama : |
Manisa Lalesi, kentimizin en önemli çiçeği ve simgesidir. Dağlarda, yaylalarda ve saraylarda boy gösterdi. Anemon diye bilinen Manisa Lalesi zamanla yozlaştı, genetik yapısı bozuldu, Manisa Dağı’nda kaderine terk edildi.
Lale, kısa saplı, soğanlı, kırmızı yaprakları olan, tanrının seçilmiş çiçeğidir. Besin maddesi fakir, kır topraklarda yetişir. Düzgün taç yapraklara ve göz alıcı desenlere sahip olan laleler en gözde olanlardır.
Bir sap üzerinde 2-4 çiçek olur. Sarı, beyaz renkli laleler olduğu gibi, günümüzde kültür laleleri de yetiştirildi. Siyah bir laleye sahip olmak, eski dönemlerden beri insanlar için bir tutkudur.
Taç yapraklarındaki kırmızı desenler, çiçeğin değerini ortaya çıkarır. Lale yetiştirmek oldukça zordur. Tohumdan çiçek açan bir
soğan yetiştirmek 6,7 yıl sürer. Tohumlar oldukça çok, yassı şekildedir. Tohumdan yetişen lale olgunlaşınca, verdiği sürgünlerle çoğalır. Soğandan koparılan sürgünler bir, iki yıl içinde çiçek açan soğan haline gelir. Laleleri sürgünden üretmek daha kolaydır.
Lale soğanından yılda, ancak 2,3 sürgün elde edilir. Sonra ana lalenin soğanı tükenir. Lale bahçelerinde, böceklerin taşıdığı polenler yüzünden farklı laleler yetişir. Tohumdan yetişen lale, devamlı üretici olur.
Lale, Türklerin ana yurdu Pamir Dağları’ndan Anadolu’ya getirildi. Türkler Anadolu’ya gelmeden önce, Orta Asya bozkırlarında mutlu bir hayat sürüyordu..
Doğadaki tüm bitkilerin özelliklerini bilen bilge kişiler, topladıkları çiçeklerden ilaç yapar, baharın geldiğini topraktan çıkan lalelerden anlarlardı. Bulundukları topraklarda yetişen lale, onlar için kutsal bir çiçekti.
Orta Asya’da büyük bir kuraklık başladı. Doğa ve canlı varlıklar yok oldu. İnsanlar, yaşadıkları, sevdikleri yerleri terk etti, göç yıllarca sürdü. Pamir Dağları ve anayurt çok gerilerde kaldı. Soğanlı bitkileri göç ettikleri yerlere götürdüler.
Anadolu’ya gelen öncü Yörükler, yaylalara ve dağ eteklerine yerleşti, yanlarında getirdikleri soğanları yeni yurtlarına dikti. Selçuklular ve beyler zamanında batı Anadolu’ya taşındı.
Saraylarda tanzim edilen bahçelerde laleye özel ilgi gösterildi. 12’nci yüzyıldan itibaren Türkler laleyi, süsleme sanatında kullandı. En eski lale tasviri 13’ncü yüzyılda Selçuklu sultanı I. Aladdin keykubat’ın, Beyşehir Gölü kıyısında yaptırdığı sarayın harabeleri arasında çıkan çinilerde görüldü. Şiirlerinde laleyi ilk kullanan Mevlana Celalettin Rumi’dır.
Saruhan Bey’in, Manisa’yı Bizanslılardan almasından sonra, lale kentimizde de itibar gördü. Şehzadelerin Manisa’da yaşadığı dönemlerde, Manisa saray bahçesinin tarhlarında, Sultan (Şehzade) yaylasındaki konaklarda ve Manisa Dağı’nda üretildi. Sultan yaylasından hediye olarak İstanbul’a gönderildi.
Türkler lalelere, Nur Tanesi, İşvebaz güzel, Cevher-i hayat, Gülruhsar, Menba-i hayat, Nur-i cenan, Sırr-ı gülzar, Anemone gibi. En güzel şiirsel isimleri verdi.
Osmanlı Padişahı IV. Mehmet İstanbul’da, sarayın 4’ncü avlusunda, tamamen lalelere ayrılmış bir bahçe yaptırdı.
III. Ahmet’in tahta çıkmasından sonra, İstanbul’da bir lale çılgınlığı başladı. 1703 tarihinden itibaren bu zamana, Lale Devri dendi, 30 yıl sürdü. Şair Nedim “Gülelim, eğlenelim” diyerek, saltanatın felsefesini özetledi.
Padişah ve vezirler lale şenlikleriyle uğraşmaya başladı. Şenlikler nisan ayında, lalelerin çiçek aşmasıyla başlıyor, dolunay da iki gece sürüyordu. Çok geçmeden lale İstanbul’un gözdesi oldu. İstanbul laleleri, ince yapılı ve sivri uçluydu. “Bu dönemde İstanbul’da Türk yetiştiriciler tarafından elde edilen ve “Çiçek Encümen-i Danişi” (Çiçek Akademisi) tarafından özellikleri saptanarak isimlendirilen lale çeşitlerinin miktarı 2.000 civarına erişmiştir.” (1)
İstanbul’da, Kâğıthane Deresi’nin yemyeşil çayırlarında, Sadabat Kasrı’nın bahçesinde lale tarhları vardı.
1730 Patrona Halil isyanında ve sonrasında ahşap lale köşkleri yakıldı ve yıkıldı. Böylece İstanbul’daki lale çılgınlığı sona erdi.
“Avrupa laleleri hakkında bir kitap yazmış olan Cenevre Botanik Bahçesi ve Müzesi Müdürü Dr. A. L. Stork Manisa Dağı’nda 1987 Mayısında bir inceleme yaptı.” (2)
Avrupalı yazarlar ilk dönemlerde bu çiçeği tanımadıkları için onu zambak olarak kabul ettiler. Lalenin İstanbul’dan Avrupa’ya hangi tarihte götürüldüğü kesin olarak bilinmemektedir. Anlatılanlara göre: İstanbullu bir tüccar 1562 yılında, Hollanda’ya gönderdiği kumaşların içine, hediye olarak lale soğanları koymuş. Anversli tüccar, bilmediği ve ne olduğunu anlamadığı lale soğanlarını yağda pişirerek yemiş, kalanını da bahçesine dikmiş. Yenmekten kurtulan soğanlar Hollanda’da ilk çiçek açan lalelermiş.
Lalenin Avrupa’da tanınması Fransız nebatçısı C.Clusius tarafından sağlandı. 1601 yılında yayınladığı Rariorum Palantarum Historica isimli kitabında laleden bahsetti. 1633–1637 yılları arasında Hollanda’da büyük bir lale çılgınlığı yaşandı.
Avrupalıların kullandığı Tulip kelimesinin aslı, Türklerin kullandığı “Tulipan” kelimesinden gelmektedir.
Türkler bu bitkiye Tulipan ismini vermiş. Günümüzde Turizm Bakanlığı, laleyi bakanlığının ve Türkiye’nin simgesi olarak kullanmaktadır.
Kaynakça: BAYTOP Turhan, İstanbul Lalesi, Ankara, 1998
(Mayıs 2013 Spil MANİSA) |