Açıklama : |
Zamanın birinde bir oduncu, ormanda odun keserken, çalıların arasında bir yılan görmüş. Elindeki baltayı kaldırıp yılanı ikiye bölmek üzereyken, yılanla göz göze gelmişler.
Yılan öylesine mahzun bakıyormuş ki oduncunun gözlerine, oduncu acımış yılanın haline ve öldürmeye kıyamamış.
Baltayı ağır ağır yere bırakırken: “Şimdi bunun yavruları filan vardır” diye düşünmüş, “onları anasız bırakmak olmaz” diye geçirmiş içinden...
Hikaye bu yaa, oduncunun karşısındaki yılan, meğerse yılanların kralıymış.
Oduncunun tavrından o kadar etkilenmiş ki, ödüllendirmeye karar vermiş:
“Ey insanoğlu genelde senin türünle aramız iyi değildir. Ama sen farklısın. Sevmediklerine de merhamet gösterebiliyorsun. Bu yüzden seni ödüllendirmeye karar verdim” demiş...
“Ne ödülü?” diye şaşkınlıkla sormuş oduncu, “Altı üstü bir yılansın, beni nasıl ödüllendirebilirsin ki?”
“Hele azıcık bekle” demiş yılan, oduncunun yeni fark ettiği kör bir kuyuya dalmıs. Biraz sonra da ağzında altın bir lira olduğu halde geri dönmüş.
Ağzında taşıdığı altını oduncunun önüne bırakmış:
“Al bu senin” demiş, “bundan böyle ne zaman paraya ihtiyacın olursa kuyunun başına gel, ‘Ben dostun oduncu, hadi çık ortaya, ver altınımı’ diye seslen. Ben de her defasında sana bir altın lira vereyim ”Oduncu şaşırmakla birlikte, “Vardır bir hikmeti” diyerek altını almış. Hemen şehre inip altınını kuyumcuda bozdurmuş. Yiyecek içecek almış. Bu sayede oduncunun evi bolluk yüzü görmüş. Ama sırrını, ailesi dahil, hiç kimseye açmamış. Yılanla arasındaki sırrı saklamış. Ne zaman dara düşse ormana gidiyor, kuyunun başına geçiyor, yılana sesleniyor ve altınını alıyormuş.
Gel zaman, git zaman, günün birinde oduncu hastalanmış. Aylarca kuyunun başına gidememis. Bu yüzden evinde yokluk yoksulluk başlamış. Yoksulluk dayanılmaz olunca, oğlunu yanına çağırmış oduncu ve sırrını açmış.
Sonra demiş ki: “Ormanda ki kör kuyunun başına git Oğlum olduğunu söyle. Yılanın getireceği altını alıp kuyumculara bozdur ve o parayla erzak al ”
Oduncunun oğlu duyduklarına pek inanamamakla birlikte, babasının hatırı kırılmasın diye kuyunun başına gitmiş Yılanı çağırmış Yılan bir süre sonra ortaya çıkmış. Ağzında taşıdığı altını delikanlının ayaklarının altına bırakmış.
Delikanlı babasının anlattıklarının gerçek olduğunu görünce, büyük bir hırsa kapılmış ve “Kimbilir o kuyunun içinde ne çok altın var” diye geçirmiş içinden. Hepsine aynı anda ve çabalamadan sahip olma kararıyla yılanı öldürmeyi tasarlayarak aniden baltayı indirmiş. Fakat yılan daha atik davranıp canını kurtarmış. Ne var ki balta kuyruğuna gelmiş, kuyruğu kopmuş. Yılan can havliyle dönüp çocuğu ısırınca çocuk zehirlenip oracıkta ölmüş. Saatler geçip de çocuk eve dönmeyince evdekileri bir telaştır almış. Oduncu, hasta yatağından, oğlunu ormanda aramalarını söylemiş. Delikanlının cesedini kör kuyunun başında bulmuşlar. Hiç kimse ne olduğunu anlayamamış. Ağlaya sızlaya defnetmişler.
Gel zaman, git zaman, oduncu iyileşmiş. İyileşir iyileşmez de ormanın yolunu tutmuş. Kör kuyunun başına geçip seslenmiş yılana: “Ben dostun oduncu, hadi çık ortaya, ver altınımı” Yılan uzun süre oduncuyu beklettikten sonra, ortaya çıkmış. Oduncu bakmış ki yılanın kuyruğu yok, merakla sormuş: “Kuyruğuna ne oldu?” Yılan olup biten her şeyi anlatmış...
Oduncu: üzgün bir şekilde “Oğlum hırsına yenilerek büyük bir hata yapmış, ama hatasını da hayatıyla ödedi maalesef demiş...
Ama yine de biz seninle çok eski dostuz, her şeye rağmen dostluğumuzu hala devam ettirebiliriz” demiş...
Yılan ise “Bunu bende çok isterdim ancak bu artık imkânsız zira; sende bu evlat acısı, bende de bu kuyruk acısı varken, biz artık seninle eskisi kadar samimi dost olamayız” demiş... |